1. Dünya Savaşında Savaşılan Cepheler


1. DOĞU CEPHESİ (SARIKAMIŞ HAREKATI)

Enver Paşa hayalini kurduğu Büyük Türk İmparatorluğunu kurmak için çok acele bir biçimde 19 Aralık 1914 tarihinde 90 bin kişilik mükemmel disiplinli bir orduyla “Sarıkamış Taarruzuna” başladı. Kış bu ordunun felaketi oldu 60 binden fazla asker öldü. Böylece daha savaşın başlangıcında Kafkas cephesinde üstünlüğü Ruslar ele geçirdiler. Bir süre sonra tüm Doğu Anadolu ellerine geçecektir.


2. GÜNEY CEPHESİ (KANAL HAREKETİ)

Enver Paşa doğuda “Turan” ideali için savaşırken güneyde Cemal Paşa “İslam” için Mısır’da İngiliz kuvvetlerine saldıracaktır. Mısır, Süveyş Kanalı dolayısıyla İngiltere’nin Hindistan, Avustralya ve Yeni Zelanda ile ulaşımını sağlaması açısından çok önemli bir yerdi. Cemal Paşa, İngiltere için çok önemli olan kanala iki büyük sefer düzenlemiş ancak buradaki İngiliz kuvvetlerini sökememiştir.


3. IRAK FİLİSTİN CEPHESİ

İngiltere açısından petrol bölgesinin anahtarı olan bu saha çok önemliydi. Bunun için bu bölgeye çok önceden kuvvet yığmıştı. Nitekim kasım 1914’te Basra’ya saldırdı ve burayı ele geçirdi. Fakat dünya savaşının ilk yılında Türk kuvvetleri oldukça zinde bir şekilde burada savaştı ve bazı İngiliz kuvvetlerini yendi. Fakat daha sonra İngilizler daha da kuvvetler getirdiler bununla da yetinmeyip İran da ayaklanma çıkardılar. Türk ordusu kuzeyden de tehdit altına girince bu cephede üstünlük İngilizlerin eline geçti.


4. ÇANAKKALE ÇEPHESİ

1. Dünya savaşında Türkiye’yi Almanya’nın yanına iten İngiltere güçsüz addettiği Osmanlı Devletini çok kısa bir sürede geçerek Rusların yardımına koşmayı amaçlıyordu. Bundan dolayı şubat 1915’te İtilaf donanması Çanakkale Boğazını geçmek üzere harekete geçti. Fakat tarihin en kötü yenilgilerinden birisi gerçekleşti. Türk topçu ve mayınları İtilaf donanması en büyük gemilerini birer birer Çanakkale boğazının derin sularına gömdü.İtilaf Devletleri hiç ummadıkları bu deniz karşılığından sonra savaşı karadan kazanmaya kalkıştılar. Birçok bölgeden asker buraya taşındı. Türk kuvvetleri de onların karşısında yerini aldı. Tarihin en şiddetli ve en şerefli savunma savaşlarından birisini yapan Türk ordusu 300 bin evladını buraya gömerek de olsa Çanakkale boğazından İtilaf ordusunun geçmesine izin vermedi.


Çanakkale Cephesinde savaşın bu şekilde sonuçlanması İtilaf Devletleri açısından hiç de iyi olmamıştır. Savaş büyük ölçüde bu yolun açılmaması yüzünden iki yıl daha devam edecektir. İtilaf Devletleri bunun hesabını Türkiye’den savaş sonrası sormaya çalışacaklardır.Çanakkale savaşının en büyük sonucu ise İngiliz yardımı alamayan Rusya’nın daha fazla dayanamayarak komünist muhalefetin iktidarı ele geçirmesidir. Bu olay ile dünya yepyeni bir görüşün etkisi altına girecek ve 70 yıl süreyle Avrupa’yı ve dünyayı tehdit eden yeni bir yönetim şekli ortaya çıkacaktır.

Ermeni Sorunu

Türkiye’de yaşayıp ta Ermeni Sorunu’nu işitmemek mümkün değildir. Doğuştan her Türk vatandaşının potansiyel meşgalesidir bu konu. Fakat o kadar da bu konuda bilgisizdir Türk insanı. Sınıflarda bugüne kadar yaptığımız sorgulamalarda Türk öğrencisi ‘kem küm’ den başka bir bilgisi olmadığı ortaya çıkmıştır. Halbuki ‘hakkını savunamayan haksız olur’ bu dünyada. Bu yüzden dersimizin önemli görevlerinden biri olarak konuyu enine boyuna incelemeye ve açıklamaya çalışacağım. Konunun üç büyük boyutu vardır, tarihi, hukuki ve siyasi boyutu. Burada bu üç boyutla ilgili kısa fakat öz bilgiler aktarmaya çalışacağım.


Önce işin tarihi sürecini ortaya koyalım. Türklerle kendilerine Hayk ve ülkelerine Hayastan adını veren Ermeniler (Ermeni Yukarı Memleket anlamına gelir) arasındaki ilk tanışma İslam öncesi döneme kadar iner. İlk tanışanlar Kıpçak Türkleridir. Hatta bunların kimisinin Ermenilerle karıştığı bilinmektedir.


Gerçek anlamda tanışma ise 1064 tarihinden sonradır. Karadeniz’in güneyinden göçler sırasında Türkler Anadolu’ya girerken Ermenilerle karşılaşılmıştır. Fakat bu tanışma olumsuz anlamda bir tanışma değildir. Türkler Anadolu’ya girerken buranın hakimi olan Bizans İmparatorluğu ile egemenlik uğraşına girmişlerdir. İşte bu süreçte Ermeniler Türklerle birlikte Bizans’a karşı çarpışmışlardır. Peki nasıl olur da Hıristiyan Ermeniler Hıristiyan Bizanslılara karşı Müslüman Türklerle birlikte olurlar. Bunda da şaşıracak bir şey yok. Evet ikisi de Hıristiyan’dır ama aralarında müthiş bir mezhep mücadelesi vardır. Birisi Ortodoks diğeri Gregoryen Hıristiyan’dır. Bizans Gregoryenliği ortadan kaldırmak için dil yasağından tutun da sürgüne kadar değişik yaptırımlar uygulamıştır Ermenilere bu yüzden Türklerle ilişkiler iyi başlamıştır.


Türklerin klasik karşı tarafın dinsel alanına karışmama ilkesi yüzünden de bu durum yıllarca sürmüştür. Selçuklu ve Osmanlı sürecinde değişen pek bir şey olmamış Ermeniler Gregoryen nitelikleriyle bir “Millet” sıfatıyla varlıklarını sürdürmüşlerdir. Hatta Osmanlı sürecinde bu sıfatları resmileşmiştir. İstanbul’un Fatih tarafından fethiyle birlikte İstanbul’a Ermeni göçü hızlanmış ve bir Ermeni Patrikhanesi açılmıştır. Daha sonraki süreçte de Ermeniler sorun çıkarmayan bir din grubu olarak “Millet i Sadıka” (Sadık din grubu) isimlendirilmişlerdir.


Peki o zaman daha sonra bu durum neden bozulmuştur? Yani devlet içinde rahat hatta zengin yaşayan Ermenilere ne olmuştur da bu sorunlar çıkmıştır? Ermeni Sorununun ortaya çıkışında dünya siyasasındaki gelişmelerin önemli etkisi ve katkısı olmuştur. Bunlardan birisi hemen bütün dünyayı etkisi altına alan Fransız İhtilali ve paralelinde gelişen Milliyetçilik olgusudur. Bir diğeri Sanayi Devrimi’nin çok doğal sonucu olan sömürgeciliktir. Ermeniler, Osmanlı Devleti içindeki azınlıkların birer birer isyan ettiklerini, bunların özerklik ve/ veya bağımsızlıklarını elde ettiklerini görmüşlerdir. Bu olaylar sonucunda kendilerinin de böyle bir harekete girişebilecekleri düşüncesi ortaya çıkmıştır. Bütün bu açıkladığım nedenlerle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Ermeni Sorunundan bahsedilmeye başlanır.


Ermeni Sorununun ortaya çıkmasında iç etkenler ve dış etkenler vardır. Bu sorun ne tek başına bir iç nedenlidir, ne de tek başına dış nedenlidir. Her ikisi de etkilidir. Ermeniler içsel olarak elbette Fransız Devriminin getirisi olan Milliyetçilikten etkilenmişler ve bu yüzden içlerini bir bağımsız milli devlet ülküsü kaplamıştır. Ama bunu destekleyen pek çok da dış etken olayın içerisine karışmıştır. Özellikle Fransa, İngiltere, ABD ve Rusya bu sorunun ortaya çıkmasında önemli roller oynamışlardır. Bunlar da doğaldır ki bu sorunu ortaya getirirken Ermeni haklarından çok kendi siyasi, ekonomik çıkarlarını düşünmüşlerdir. Örneğin bir Rusya Akdeniz’e kolay inebilmek açısından Ermenilerden yararlanmaya çalışmıştır. Diğerleri için ise neden daha çok ekonomiktir.


Yukarıdaki süreç Ermenilerle Türkler arasındaki ilişkiyi elbette kötü etkilemiş ve 1880’den itibaren Anadolu barış döneminden karışıklık dönemine girmiştir. Ermeniler hayallerindeki Büyük Ermenistan’ı kurabilmek için bu süreçte gösteri, baskın, bombalama, isyan eylemlerine başlamışlardır. Bunlardan birkaçını şöyle sıralayabiliriz: Erzurum İsyanı (1890), Kumkapı Gösterisi (1890), Merzifon, Kayseri Yozgat olayları (1892-1893), I. Sasun İsyanı (1894), Zeytun İsyanı (1895), Divriği İsyanı (1895), Babıali Olayı (1895), I. Van İsyanı (1896), Sultan Abdülhamit’e suikast (1905). Bu isyan ve olayların sayısı 1897 yılına kadar 40’a yaklaşmıştır. Ermeniler bu olaylarla koskoca Türk İmparatorluğunu yenemeyeceklerini elbette biliyorlardı. Buradaki amaç dünya kamuoyunun dikkatini çekmektir. Amaçlarına da ulaşmışlardır. Yukarıda birkaçını örnek verdiğimiz olaylar dünya kamuoyu tarafından devlete karşı isyan ve bunların devlet güçlerince doğal bastırılması olarak değil “Vahşi Müslümanların masum Hıristiyanları katletmesi” olarak ilan edilmiştir. Ermeni İsyanlarının nedeni ne sefalet ne ıslahat ve ne de baskıya uğradıkları iddiasıdır. İsyanların nedeni, Batılı devletler ile Rusya’nın Ermeni komiteleri ve kilisesi ile işbirliği halinde Osmanlı Devleti’ni parçalamak istemeleridir. Osmanlı Devleti ise bu isyanlar karşısında her devletin yapacağını yapmış ve isyan eden asilerin üzerine kuvvet göndermiştir. Ancak bu daha önce de söylediğimiz gibi her isyanın bastırılması yeni bir “katliam” olarak sunulmuştur. Hatta olaylarla ilgili yakalanan komiteciler büyük devletlerin işe karışmalarıyla serbest bırakılmışlardır. Bu durum Birinci Dünya Savaşı’na kadar böylece sürüp gitmiştir.


Birinci Dünya Savaşı Türkiye Ermenileri için çok önemli bir fırsattı. Nitekim onların da bu durumu Büyük Ermenistan’ın kurulması için tarihi fırsat olarak değerlendirdiklerini görmekteyiz. Ermeniler göre büyük savaş çıktığında ellerindeki bütün güçle Osmanlı Devleti’nin savaşta yenilmesi için çalışma başlatılmalıydı. Bu yüzden ilk yapılan iş askerlik çağındaki Ermeni gençleri saklanmış yada dağa çıkarılmışlardır. Ermeni örgütleri Hınçak ve Taşnaksutyun komiteleri bu süreçte yayınladıkları genelgelerde açık açık “kurtulmak istiyorsan önce komşunu öldür” diyecek kadar acımasızlaştılar. Nitekim savaş başlar başlamaz Osmanlı Ordusundaki Ermenilerin çoğunluğu Rus kuvvetlerinin doğudan Osmanlı topraklarına girmesiyle ordudan kaçmışlar ve Rus ordusuna katılmışlardır. Katılamayanlar ise çeteler kurarak isyan etmişlerdir. Erkekler cephelerde olduğu için savunmasız kalan Türk şehir ve kasaba ve köylerine saldırarak katliama girişmişlerdir. Osmanlı kuvvetlerini arkadan vuran Ermeniler, Osmanlı birliklerinin hareketini engellemişler, ikmal yollarını kesmişler, köprü ve yolları imha etmişlerdir.


Yukarıda anlattıklarımız Osmanlı Devleti’nin savaş içinde bir önlem almasına neden olacaktır. Bu önlem bugün Ermenilerin soykırım olarak kabul ettirmek istediği olay olmasından dolayı çok önemlidir. Bu konuyu o yüzden çok iyi anlamalıyız. Osmanlı Devleti 27 Mayıs 1915 tarihli Sevk ve İskan kararını alır. Bu karar sonucunda yukarıda belirttiğimiz isyan ve terör olaylarının önü alınmak istenir. Şimdi bu karara nasıl gelinmiştir. Onu da kısaca açıklayalım. Aslında karar savaş başlar başlamaz alınmamıştır. Ermeniler savaş çıkacağını anladıkları andan itibaren eyleme geçmişlerdir. Örneğin 1914 Ocak ayında Hınçak ve Taşnak örgütlerince Kayseri Ermeni İsyanı çıkartıldı. Burada yapılan aramalarda mezarlıklarda ve kiliselerde bile silah ve mühimmat ele geçirildi. Yine 3 Ağustos 1914 de seferberlik ilan edilir edilmez Zeytun’da isyan çıktı. Bu isyanlar Bitlis, Muş, Diyarbakır, Elazığ, Erzurum, Sivas, Trabzon, Ankara, Adana, Urfa, İzmit, Adapazarı, Bursa, İzmir, İstanbul, Maraş, Antep, Halep ve daha birçok yerde devam etmiştir. Bunlardan Van isyanı en önemlisidir. 15 Nisan 1915 tarihinde Van Ermenileri Rusların şehre doğru ilerlemelerini görünce Van’da isyan çıkartırlar, daha sonra Rus ordusundaki Ermenilerle birleşirler ve Van’dan henüz kaçamamış 20 bin Müslüman’ı katlederler.


Ermenilerin binlerce Türk’ün canına mal olan isyan ve katliamları karşısında dahi, Osmanlı Devleti’nin ortaya koyduğu sakin ve sağduyulu tavır, belgeleriyle sabittir. Ancak, terör hareketleri bir türlü durmak bilmeyince hükümet ülkeni değişik yörelerinde yaşayan Ermenileri, savaş bölgelerinden uzak yerler götürmek zorunda kalmıştır. Kafkas, İran ve Sina cephelerinin güvenlik hattını oluşturan bölgelerdeki Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi onları imha etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları korumak amacını gütmüştür ve dünyanın en başarılı yer değiştirme uygulamasıdır. Yer değiştirme bütün Ermenilere uygulanmamıştır. Osmanlı ordusunda subay ve sıhhiye sınıflarında hizmet gören Ermeniler ile Osmanlı Bankası’nda ve konsolosluklarda çalışan Ermeniler devlete sadık kaldıkça göçe tabi tutulmamışlardır. Diğer yandan hasta, sakat ve yaşlılar ile yetim çocuklar ve dul kadınlar da sevke tabi tutulmamış, yetimhaneler ve köylerde koruma altına alınarak ihtiyaçları devletçe Göçmen Ödeneği’nden karşılanmıştır.Bu tablo Osmanlı Devleti’nin iyi niyetini göstermesi açısından oldukça önemlidir.


27 Mayıs 1915 tarihli yer değiştirme kanunu çerçevesinde; Erzurum, Van ve Bitlis illerinden çıkarılan Ermeniler, Musul’un Güneyine ve Urfa’ya, Adana Halep, Maraş illerinden çıkarılan Ermeniler ise Suriye’nin doğu kısmı ile Halep’in doğu ve güneydoğusuna gönderildiler.


Ermeniler bu olayı bugün soykırım olarak nitelendirmek istemektedirler. Bu göç sırasında Ermeniler göç ettirilmek istenmediler toplu halde katledildiler demektedirler. Yine bu konuyu canlı tutabilmek ve ilgi çekebilmek açısından abartılı rakamlar ileri sürmektedirler. İlk dönemde bu rakamlar 3 milyona kadar çıkmıştır. Ermeni iddiaları 2 milyona, bazen de 1,5 milyona kadar inmektedir. Şimdi bu konunun açıklanması açısından Türkiye’de kaç tane Ermeni olduğunun bilinmesi gerekir. 100 yıl öncesinde sağlıklı sayımlar olmadığı için bu konuyla ilgili değişik rakamlar karşımıza çıkmaktadır. Ermeni soykırımı iddiasında bulunan Ermeni Patrikliği ve Ermeni araştırmacılar 1,5 ila 3 milyon arasında bir nüfusa sahip olunduğu üzerinde durmaktadır. Batılı ve bazı Rus araştırmacılar ise ortalama bir rakam verecek olursak 1 milyon civarında Ermeni olduğunu söylemektedir. Bizim 1914 tarihli resmi istatistiğimize göre ise Türkiye vatandaşı 1.234.671 Ermeni vardır. Görüldüğü üzere Türkiye’de 1,5 milyon Ermeni’nin öldürülmesi maddeten imkansız bir olaydır.


Öyleyse gerçek nedir? Göç ettirilme nasıl gerçekleştirilmiştir? Yollarda neler olmuştur? Göç ettirilenler yerlerine ulaşabilmiş midir? 9 Haziran 1915’ten 8 Şubat 1916 tarihleri arasında Adana, Ankara, Dörtyol, Eskişehir, Halep, İzmit, Afyon, Kayseri, Elazığ, Sivas, Trabzon, Yozgat, Kütahya ve Birecik’ten toplam 391.040 kişi göç ettirilmiştir. Bunlardan 356.084 kişi yerleşim yerlerine ulaşmıştır. Arşiv belgeleri bunu kanıtlamaktadır. İkisi arasında 35 bin civarında bir rakam geriye kalmaktadır. Bundan 26.064 Halep Ermenileri çıkarılınca geriye 9 bin kişi kalmaktadır. Bunlardan 500’ü Erzurum-Erzincan arasında eşkıyalarca, 2000’i Urfa’dan Halep’e giden yolda Urban Eşkıyalarınca, 2000’i Mardin’de eşkıyalarca öldürülmüştür. Tunceli bölgesinden geçen kafilelere bölge halkının saldırıları sonucunda bir kısım Ermeni ölmüştür. 3000 civarında Ermeni ise sevkıyat sırasında Anadolu’nu değişik bölgelerine yerleşmişlerdir.


Böylece yer değiştirme sırasında Osmanlı Ordusu tarafından soykırım amacıyla öldürülen tek bir Ermeni yoktur. Ayrıca Anadolu ve Rumeli’nin değişik bölgelerinde yer değiştirmeye tabi tutulmayan Ermenilerin sayıları ile, yeni yerleşim merkezlerine ulaşanların sayılarının birbirini tutması, yer değiştirme sırasında herhangi bir katliam olayının olup olmadığını da ispat etmektedir. Göç sırasında Ermenilerin rahat ve güvenli bir yolculuk etmeleri için elden gelen tüm gayret gösterilmiştir. Daha önce belirttiğimiz kişilere ilişkin alınan önlemlerin ötesinde devlet bu konuda çok hassas davranmıştır. Yerel yöneticiler her türlü durumdan sorumlu tutulmuş, ihmali görülenler cezalandırılmıştır. Göç bölgelerine sürekli müfettişler gönderilmiştir.Hükümet göçmenlerin iaşesi ve korunmasına yönelik büyük harcamalar yapmıştır. Uygulamaya ait belgelerde hangi il ve ilçelerde hastane kurulduğu, Ermeni çocuklarından yetim kalanlar için hangi binaların ayrıldığına kadar ayrıntılı bilgiler verilmektedir. Görüldüğü gibi, yer değiştirme uygulaması genelde başarılı bir sevk ve iskan hareketidir.


1915 Sonrasında da aslında Anadolu’da Ermeni’lerden bahsedilmektedir. Şebinkarahisar’da Türklere katliam düzenleyen Sivaslı Murat, Sasun canavarı diye şöhret kazanan Antranik ve Muş katliamını gerçekleştiren Arşak gibi Ermeni komitecilerinin liderliğinde Erzincan, Bayburt, Erzurum, Kars gibi birçok yerde katliamlara girişmişlerdir. Bu yüzden bugün birçok bölgede yapılan kazılarda öldürülen Müslümanlara hala kazılarda rastlanmaktadır.


İşin tarihi süreci böyledir. Fakat tarihte olup bitenler kadar bunu anlatabilmek ve güçlü olmak önemlidir. Nitekim 1918 sonrasında ölmeden geriye dönen Ermeniler tarihi bir fırsat olarak bu süreci değerlendirmek istemiş ve yaptıkları başarılı çalışma ve devletlerin bu konuya sıcak bakmaları sayesinde Büyük Ermenistan için olumlu karar Sevr antlaşmasında çıkmıştır. Böylece 1880’denberi sürdürdükleri mücadelede sona yaklaşmışlardır. Hatta Sevr antlaşması gereği Ermenistan haritası ABD Başkanı Wilson tarafından hazırlanmıştır. Neredeyse Büyük Ermenistan kuruluyordu. Bunu ürkek ve yenik Osmanlıya da kabul ettirmişlerdi. Ancak devreye Türk Milleti girdi ve bu planı baştan sona dağıttı. İlk önce Ermeniler Doğu Harekatı ile Arpaçay’ın öte tarafına atıldı ve Gümrü Antlaşmasını imzalamak durumunda kaldılar. Daha sonra ise Ermenistan Cumhuriyeti Komünistleşti ve Sovyetler Birliği’nin bir parçası haline geldi. Büyük Ermenistan düşlenirken elde bağımsız bir devlet dahi kalmadı. Sonra yeni Türkiye Sovyetlerle Moskova ve onların uzantısı Kafkas devletleriyle Kars Antlaşmasını imzaladı. Böylece bugünkü sınırlar kesinleşti. Türkiye açısından da Ermeni sorunu bitti. Nitekim Lozan’da bu konu hiç konuşulmadı. Bir Ermeni kelimesi bile Lozan Antlaşması içinde geçmedi.


Peki bugün bu konu yeniden niye canlandı? Aslında Ermeniler açısından Lozan işin sonu olarak kabul edilmemiştir. Lozan antlaşması sürecinde bu antlaşmanın imzalanmaması için batılı ülkelerde birçok gösteriler düzenlediler. Özellikle Amerika Ermenileri bütün güçleriyle Lozan’ı imzalattırmamak için ellerinden geleni yaptılar. Ancak batılı devletler Ermenilerin çığlıklarını duyacak bir yapıda değildiler. Uzun süre de bu durum böyle olacaktır. Örneğin 1920’lerin sonlarında Avrupa yeniden ısınmaya başlayacak bu yüzden dünün düşmanı Türkiye önemli bir ortak olmaya başlayacaktır. II. Dünya savaşı sürecinde ise Türkiye’nin değeri en yüksek düzeyine çıkacaktır. O yüzden bu süreçte pek Ermeni isteklerinin gündeme gelmediği görülmektedir. !960’lar ise dünyanın biraz daha rahatladığı bir dönem olmuştur. Maalesef bu durum Türkiye’nin başının yeniden ağrımaya başlayacağı bir süreç olacaktır.


1965 yılı bu süreçte önemli bir başlangıç noktasıdır. 24 Nisan 1915’in 50. yılında 24 Nisan 1965’te Ermeniler büyük bir propaganda atağı başlattılar. Her gittikleri yerde Ermeni soykırım anıtları diktiler. Ülkelerin eğitim programlarına bu konuyu koymanın yolarını aradılar. Dergilerde makalelerle, kitaplarla, ansiklopedilerle kendi iddialarını gündeme getirmeye çalıştırlar. Bundan amaç II. Dünya savaşı sonrasında Yahudi Soykırımının kabul edildiği bir dönemde aynı yolu izleyip Lozan’da tarihin çöplüğüne atılmış isteklerini tekrar gündeme taşımaktı. Bunu da 4 T projesi ile açıkladılar. Tekrar canlanma, Tanınma, Tazminat ve en sonunda Toprak. Bu plan ile amaçlanan şey Türkiye Cumhuriyetini uluslar arası alanda yalnızlaştırmak, soyutlamak böylece güçsüzleştirmek ve daha sonra aynı 20 yüzyılın başlarındaki ortamı yaratarak hayallerini gerçekleştirmektir.


Bu arada gündeme gelebilmek açısından sadece kitap, dergi, ansiklopedi, anıt dikme, konferans düzenlemenin yetmediği bunun daha kolay bir yolunun da olduğu 1973 yılında bir olayla anlaşıldığından, bu süreçte Ermeni Terörü de başlayacaktır. !973-1985 arasında tam 34 diplomatımız öldürülecektir. Aslında bu eylemlerin amacı birkaç tane Türk öldürmek değildir. Aynı 1880’lerde yapılanlar gibi dünya kamuoyunun dikeyini çekmektir. Aslında bu konuda kısmi başarı sağladıkları da ortadadır.


1985 sonrası ise konunun tanınma aşamasına geçirilmesidir. Nitekim bu dönemde sözde soykırımın dünya ülkeleri meclislerinden geçirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Bugüne kadar 13 ülke parlamentosu bu yasayı kabul etmiştir. Bu ülkeler Uruguay (1965), Güney Kıbrıs (1982), Arjantin (1993), Rusya (1995), Kanada (1996), Yunanistan (1996), Lübnan (1997), Belçika (1998), Vatikan (2000), İtalya (2000), Fransa (2001). Bu arada Avrupa Parlamentosu 1987 yılında sözde soykırım yasasını kabul etmiş ve Türkiye’nin üyeliğini bu şarta bağlamıştır. Bugün 50 ABD eyaletinden 27’si de bu yasayı kabul etmiştir. Ermeniler özellikle dünyanın süper gücü olan ABD’de de bu yasayı geçirmek için çalışmaktadırlar. Bugüne kadar başarılı olamadılar. Peki parlamentoların kabul edeceği bir sözde soykırım yasasının ne önemi var? Aslında hukuken hiçbir önemi ve değeri bulunmuyor. Ancak işin bir de uluslar arası boyutu var. Devletler arası ilişkilerde yalnızlık ve dışlanma çok önemli sorunlar yaratabilir. Ermeniler bu yolla Türkiye’nin gücünün zayıflatılması yolunu kendilerine bir amaç olarak almışlardır. Zayıf, dış borcu çok, ekonomisi kötü olan bir Türkiye’yi böylece uluslar arası alanda sıkıştırıp isteklerini kabul ettirebileceğine Ermeniler bu konuyu sonuna kadar götürmek niyetindedirler.


Pekala konunun tarihi süreci böyle, peki işin hukuku boyutu nasıl? Türkiye ile ilgili olarak uluslar arası alanda bu kadar çok çalışan Ermeniler Türkiye’yi veya o süreçteki Osmanlı devleti’ni hukuki yönden dava edebilmiş midirler? Soykırım ile ilgili Türkiye hakkında herhangi bir karar var mıdır?


Konunun hukuki boyutu önemlidir. Çünkü hukuki bir karar bağlayıcıdır. Ermeni sorununun çıktığı günden bugüne kadar ne Osmanlı Devleti hakkında ve ne de Türkiye Cumhuriyeti hakkında hukuki bir dava açılamamıştır. Açılamamıştır diyorum çünkü aslında açılmak istenmiştir. Özellikle I Dünya Savaşı sonrasında Türkleri bir ulus olarak tarihe gömmek isteyen İngilizler bu konuda oldukça istekli davranmışlardır.!918 teslimiyeti sonrasında Türkiye’de istedikleri kişileri tutuklamışlar ve rahat rahat yargılayabilmek açısından da sömürgeleri Malta’ya götürmüşlerdir. Bunların sayısı 1920 yılında 140’a çıkmıştır. İngiltere bunların hakkında dava açabilmek için tutuklandıkları andan itibaren büyük bir çalışma başlatmıştır. Ermeni katliamından sorumlu tutulmaların sağlayacak her türlü delili her yerde aramışlardır. Eski başbakan, bakanlar, şeyhülislam, üst düzey komutanlar, bürokratlar, gazeteciler için mahkeme yolu açacak en küçük bir iddia bile delil olabilir endişesiyle incelenmiştir. İngiltere’de yapılan çalışmalar başarısızlıkla sonuçlanmış, İstanbul araştırılmış, Osmanlı arşivi didik edilmiş fakat hiçbir kanıta ulaşılamamıştır. Bu da yetmemiş Atlantik ötesinde ABD’de delil aranmış fakat orada da hiçbir delil bulunamamıştır. İngiltere sonunda Ermeni konusuyla ilgili olarak “Sanık” olarak getirttiği bu insanları “savaş esiri” olarak serbest bırakmak durumunda kalmıştır.


Türkiye Cumhuriyeti tarihinden çok emin olduğu için ve hiç kimseye böyle kötülük yapılmasını uygun bulmadığından 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesini ilk kabul eden ülkeler arasında yer almıştır. Bunun devamı niteliğindeki 1998 Roma sözleşmesiyle ortaya konulan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurulmasının altına da imzasını atmıştır. Görüldüğü üzere uygar Türkiye uluslar arası hukuk açısından soykırımla ilgili savaşıma sonuna kadar katılmaktadır. Bu konuda hiçbir korkusu ve çekincesi yoktur. Soykırımı bir insanlık suçu olarak kabul etmektedir. Kim kime yaparsa yapsın dün de bugün de Türkiye soykırıma sonuna kadar karşıdır ve karşı olmaya devam edecektir.


Yukarıda da açıkladığım üzere sözde Ermeni soykırımıyla ilgili olarak ne Osmanlı Devleti için ne de Türkiye Cumhuriyeti için bir mahkeme başvurusu yoktur. Ne yapılmaktadır sadece Hıristiyan ülkelerde Hıristiyan bağnazlığı kullanılarak Türkiye küçük düşürülmeye ve yalnızlaştırılmaya çalışılmaktadır. Arkadaşlarımız şöyle bir soru sorabilir; madem bu kadar iddialılar neden bizi mahkemeye vermiyorlar? Bunun yanıtı da çok basit aslında bir kere mahkemeye verirler ve mahkeme sunucunda Ermeniler aleyhinde kararın çıkmasıyla birlikte bütün plan işlemez duruma gelecektir. Hukuken beraat etmiş bir Türkiye’ye karşı devletler arası bir propaganda yürütülmesi artık imkansızdır. Ermeniliğin canlandırılması ve ayakta tutulabilmesi için tek olanak olan tarihi Türk düşmanlığının yapılmasının imkansızlaşması anlamına gelecek ve davanın tarihsel olarak toptan kaybedilmesi anlamına gelecek böyle bir yol bundan dolayı hiçbir Ermeni’nin düşünmek dahi istemediği bir durumdur. Düzmece ve sonu garanti olmadıkça Ermenilerin hukuka başvurması mümkün değildir.


Olayın tarihi boyutunu tüm çıplaklığıyla ortaya koymaya çalıştım. Görüldüğü üzere tarihi boyutta bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşını utandıracak hiçbir durum yoktur. Hukuki boyutta ise hiçbir zaman bu konu aleyhimize bir dava konusu bile yapılamamıştır.O zaman geriye ne kalıyor? İşin siyasi boyutu. Arkadaşlarım bilsinler ki bu konu öyle kolay kolay bitmez. Bu sadece Ermenilerden kaynaklanan bir durum da değildir. Güçlü olmayan sanayileşememiş, borçlu bir ülke olarak Türkiye bu siyasi ithamlardan kolay kolay kurtulamaz. Bu dünyanın değişik ülkeleri açısından Türkiye’nin ürkütülmesi ve önünün kesilmesi için önemli bir kozdur. Bu durum böyle oldukça sözde Ermeni soykırım yasa tasarılarından kurtulmamız mümkün değildir. Yarın bizi Avrupa Birliği’ne almak istemeyenler için bile bir koz olarak bu konunun siyasi boyutu devam ettirilecektir.


Gelelim Ermeniler açısından konunun siyasi boyutunun irdelenmesine. Arkadaşlar bu konu onlar açısından hayati bir öneme sahiptir. Bugün Ermenistan’dan göç sürmektedir. Yanlış anlaşılmasın Türkler Ermenileri sürüyor değil. Ermenistan’daki Ermeniler dahi bugün dünyanın değişik bölgelerine yokluk ve işsizlikten göç ediyorlar. Dünyanın değişik bölgelerinde ve birer azınlık olarak varlık sürdürmek ise o kadar kolay değil. Azınlıklar büyük topluluğun içinde eriyip gidiyorlar. Gregoryen Ermeni büyük Katolik ve Protestan ülkelerde Protestanlaşıyor veya Katolikleşiyor. Katolikleşme veya Protestanlaşma ne anlama geliyor? Ermeniliğin yok olması anlamına geliyor. Buna karşı bir şeylerin olması gerekiyor. Acı ama söylemek gerekiyor ki Ermeniliğin hatırlanmasında tarihi Türk düşmanlığı önemli bir hatırlatıcı faktör oluyor. Kanadalı bir Ermeni de Ermeniliğini böyle hatırlıyor, Avustralyalı bir Ermeni de. Ermeni kiliseleri Gregoryen’liğin yaşaması açısından dünyanın her yerindeki Ermeni Gregoryen Kiliselerinde bu konuyu kaşıyıp durmaktadır. Bu konu görüldüğü üzere Ermeni varlığı açısından hayat meselesidir. Bu yüzden de Ermenilerden ve Gregoryen Ermeni kilisesinden bu konudan kendi kendilerine vazgeçmelerini beklemek saflık olur. Bu konuyu siyasi açıdan ne kadar kullanabilirlerse o kadar kullanacaklardır.


Peki sorun çözümsüz müdür? Bizim açımızdan sorunun tarihi ve hukuki açıdan olduğu gibi siyasi açıdan çözülmesi de pekala mümkündür. Bunun için Türkiye’nin o söylenip de bir türlü gerçekleşmeyen çağdaş uygarlık düzeyinin geçilmesiyle mümkündür. Sanayileşmiş, kentlileşmiş, eğitilmiş, ekonomisi dünya için olmazsa olmaz halini almış 100 milyonluk bir Türkiye’de Ermeni kelimesi bile geçmeyen bir dünya anlamına gelir. Bu sağlanmadan işin siyasi boyutunun çözümlenmesi imkansızdır. Siyasi boyutun çözümlenmesinin kesin yolu budur. Ancak kısmi olarak yararlanılabilecek unsurlar da ileri sürülebilir. Örneğin Ermeni Diaspora’sına karşılık dışarıda yaşayan Türkler örgütlendirilip birer lobi unsuru olarak değerlendirilebilir. Bugün dünyanın pek çok yerinde Türkler hiç de azımsanmayacak sayılara ulaşmışlardır. Avrupa, Avustralya, ABD Türkleri önemli bir güç yapısına ulaşmışlardır. ileride sayıları daha da artma eğilimindedir. Nasıl Ermeniler dış ülkelerdeki soydaşlarını örgütlüyor ve kullanıyorsa bizim de bu yolu akılcı olarak kullanmamız aklın gereğidir.


Sonuç olarak çok kısa birkaç şey söylemek gerekirse; tarihte bir ermeni soykırımı yoktur. Ermeniler bağımsız bir Büyük Ermenistan kurmak istemişler, buna güçleri yetmemiştir. Kendi gücüyle bu işi de yapamayacağından batılı devletler ve Rusya’yı kullanmaya çalışmış, kendisi de çok acımasız bir şekilde yüzlerce yıl birlikte yaşadığı insanlara karşı acımasız isyan ve terör eylemleri gerçekleştirmiştir. Bu olaylar doğal olarak bu bölgede Türkler ile Ermenilerin komşu olarak dahi yaşamalarının önüne geçmiştir. Türk Milleti kendi toprakları üzerinde bir Ermenistan kurulmasına fırsat vermemiştir. İşin tarihi yönü budur. Hukuki olarak da ortada hiçbir karar yoktur. Hatta bir mahkeme başvurusu bile yoktur. Siyasi yön ise kullanılacak alandır. Yukarıda söylediğim yapıyı sağlayıncaya kadar bu durum devam edecektir.

Admin

Taglar: DünyaSavaşındaSavaşılanCepheler

Osmanlının Son Dönemi Ders Notları - İlginizi çekebilecek başlıklar
1917 Olayları Nedir?

1917 yılında gerçekleşen olaylar hem dünya tarihini hem de ulusal tarihimizi oldukça etkilemiştir. Bu olayları şu şekilde sıralayabiliriz:

Atatürk’ün Anadoluya Gönderilmesi

Atatürk’ün İstanbul’a neden geldiğini ve neler yapmaya çalıştığını daha önce özetlemiştik. Atatürk İstanbul’a merkezi otoriteye sahip olmak için gelmişti.

Atatürk’ün Anadoluya Gönderilmesi

Atatürk’ün İstanbul’a neden geldiğini ve neler yapmaya çalıştığını daha önce özetlemiştik. Atatürk İstanbul’a merkezi otoriteye sahip olmak için gelmişti.

1. Dünya Savaşı Öncesi Osmanlı Devletinin Durumu

Osmanlı Devleti dünyanın iki büyük gruba bölünmesinden oldukça fazla etkilenmiştir. İngiltere’ye dayalı yaşam politikası güden Osmanlı Devleti İngiltere’nin bu politikadan vazgeçmesi üzerine ister istemez Avrupa’da yeni bir güç o

31 Mart Olayı Nedir?

Meşrutiyet bir avuç aydının çabasıyla kurulmuştu. Bu sebeple içinde bulunulan durumdan yaralanan gerici çevreler halkı ayaklanmaya kışkırttılar.

Batıcılık Akımı Nedir?

Öncülüğünü Abdullah Cevdet, Celal Nuri, Süleyman Nazif, Ahmet Muhtar Paşa gibi düşünür ve devlet adamlarının yaptığı batıcılık düşüncesi batının teknolojik üstünlüğü ve onu yakalamak için yapılması gerekenler üzerinde oda



Sayfa Yorumları

Yorum Ekle





Mesaj / Bildirim Gönderin